Geçmişi Aydınlatmak
Kendi hikayemizi okurken, geçmişe bakışımızı değiştirdiğimizde, aynı olaylar başka bir ışık altında yeni anlamlar kazanabilir. Geçmişe bakıp oradan anlamlı çıkarımlar yapabildiğimizde veya daha yapıcı olabilecek olumlu okumalarla o var olan diziyi, o yaşanan olaylar silsilesini değiştirmiş oluyoruz.

İnsan dünyaya takıldığı gibi zihni bir noktaya takıldığında da akamaz. Takıldığı şey de kendi ayağına sarılmıyor; aksine bildiğiniz tekme atabiliyor:)
Yarım kalmış konuşmalar, eksik bırakılmış hikayeler tıpkı bir ipin düğümünde sıkışıp kalan su gibi, zihin de bu düğümlerde takılır kalır. Bu takılmalar sadece bireysel değil, toplumsal bir gerçekliğe de dönüşmüş durumda. Mahallemiz, görülmemiş, takdir edilmemiş, onaylanmamış insanlarla çevrili. Bu yer, zihnimizin ve gönlümüzün en çok sıkıştığı yerlerden biridir çünkü Allah (c.c) insanı sevgiden ve ilgiden yaratmıştır.
Kendi hikayemizi okurken, geçmişe bakışımızı değiştirdiğimizde, aynı olaylar başka bir ışık altında yeni anlamlar kazanabilir. Eski bir fotoğrafı farklı bir açıdan görmek gibi... Ve geçmişe bakıp oradan anlamlı çıkarımlar yapabildiğimizde veya daha yapıcı olabilecek olumlu okumalarla o var olan diziyi, o yaşanan olaylar silsilesini değiştirmiş oluyoruz. Ancak bu yeniden okuma sürecinde kritik bir nokta gözden kaçıyor.
Burada fark edemediğimiz önemli bir detay var: Bizler bunu şu an bulunduğumuz yerden yapıyoruz, yani şimdiki bilinç seviyemizle geçmişi yorumluyoruz. Küçükken anlamını bilmediğimiz şeyleri, ileri bir yaşa gelince anlasak dahi, o zaman için yaptıklarımızın, o yaşadıklarımızın gerçek etkisinin farkında olmayabiliyoruz. Çünkü o çocuk halimizin algı dünyası bambaşkaydı, onun hissettikleri, anladıkları, korku ve sevinçleri çok farklı boyutlardaydı.
Bu farkı göz önünde bulundurarak daha adil bir yaklaşım geliştirebiliriz. Dolayısıyla geçmişi yorumlarken sadece bu anki yetişkin bilincimizdeki bilgileri değil, aynı zamanda oradaki çocuk halimizi de devreye sokup, oradaki ufaklığın da yorumunu öğrenmek, onun sesini de dinlemek daha yapıcı bir nokta olacaktır. Örneğin çocukken birçok kişi "sen de kız gibisin, daha sert oyna, omuz omuza mücadele etmekten korkma" dediğinde, biz şimdi koltuğumuzda otururken "ben böyle birisiyim, çünkü taa o zamanlar bana bunu söylüyorlardı zaten" dememiz büyük bir yanılgı oluyor. Aslında o zaman bunu söylemelerinin o çocukluk aklımızla böyle bir yoruma götürmezken, şimdi bir 'yetişkin gözlüğü' takarak o yaşlarımıza bakıyor, kendimizi o denkleme dahil etmeden yorumlama cüretinde bulunuyoruz. Bu ise hikayenin yanlış çıktılara götüren bir zincir etkisi oluşturuyor, sanki geçmişten gelen bir kaderin esiri gibi hissediyoruz kendimizi.
Peki bu kısır döngüden nasıl çıkabiliriz? İslami perspektiften bakıldığında bu sorunun cevabı oldukça açık. Nasıl ki tövbe edince insan sıfırlanıyor, geçmişinin ağırlığından kurtulup yeniden doğuyor, aynı şekilde istiğfar eden, yaptığı işten pişman olan kişinin durumu da böyledir. Bu kişi artık tanıklığa çağırdığı o eski kişiliğinin geçmişini başka bir yerden, başka bir perspektiften şahit olmayı seçiyor. Tanık olan kameraları başka bir yöne çeviriyor. Bu çok güzel bir metafor, çünkü gerçekten de bakış açımızı değiştirdiğimizde, aynı olaylar bile farklı anlamlar kazanıyor. Haliyle hikâye başka pencerelere açılıveriyor, yeni ufuklar, yeni anlam katmanları ortaya çıkıyor.
Bu yeniden doğuş ve perspektif değişimi bizi daha büyük bir gerçeklikle yüzleştirir. "Rüya gibi bir gündü" deriz ya, işte orası bizim algılamaya, daha doğrusu farkındalığımızı artırmaya çalıştığımız bir alemdir. Bu alem sadece uyku halindeki rüyalar değil, günlük hayatımızda yaşadığımız o tuhaf, gerçekdışı, ama bir o kadar da anlamlı anların olduğu boyuttur. Evet, alem de koca bir rüyadır aslında. Bu perspektiften bakıldığında, fiziksel gerçeklik de bir tür kollektif rüya gibi görünüyor. Dolayısıyla her birimiz kendi rüyasını yorumlayan bir tabirci oluyor, kendi yaşam deneyimlerimizin sembolik anlamlarını çözmeye çalışıyoruz. Hikayesini anlayan, bu farkındalığını bu dünyaya yaklaştırabildiğinde, ötelere doğru yola çıkmış oluyor. Yani sınırlı, dar perspektiflerden çıkıp daha geniş anlayışlara doğru hareket ediyor. Dahası, ötelerdeki diyaloglarını tahayyül ederek, henüz yaşanmamış ama mümkün olan konuşmaları, karşılaşmaları hayal ederek adımlarını atmaya başlıyor.
Bu ruhani yolculuk, aslında pratik bir eğitim sürecini andırır. İnsan nasıl ki egzersiz yaparak bir forma giriyor, kaslarını güçlendiriyor, dayanıklılığını artırıyor, aynı şekilde hayatın içerisinde cemal ve celal perdeleri, kapıları, pencereleri ve duvarları karşısına alarak, bunları geçmeye, aşmaya çalışarak belirli bir formu, belirli bir olgunluk seviyesini yakalamaya çalışır. Bu sayede işin aslına dair fikirler yürüterek, yani olayların gerçek mahiyetini anlamaya çalışarak, kişi kendi hikayesini daha da kapsayıcı şekilde okumasına yardımcı oluyor. Hz. Yusuf için işin tevili, yani hikayenin aslına dair gerçek hakikatini bilen birisi için bunu yapmak varken, bizler kul olarak olayları tevil edemesek de doğru tabir etmek ve doğru anlamlandırmakla yükümlüyüz.
Bizlerin hayatın tabirine girme hali, bizi iki dünyanın ustası yapmaya götüren bir yıldızdır - hem bu dünyada yaşamayı öğreniyor, hem öbür dünyaya hazırlanıyoruz. Bu yıldızı takip ederken yolumuzu bulan ve yolumuzu aydınlatan bir nur kaynağı oluyor.